8 Ocak 2009 Perşembe

Anneanneme...


Bütün gün evin arkasındaki sokakta ve kocaman bahçede oynadıktan sonra, akşama doğru herkesin karnı kurt gibi acıkmış bir şekilde eve koştururduk. Yaz gününün o sıcakları hiç birimize dokunmazdı. Hoş, ilçede yazları hava diğer yerlere göre serin olurdu ama yine de yaz günü, ne kadar serin olsa da o sıcak altında koşturarak deli gibi oynamak hepimizi yoruyordu. Tabi ki bir süreliğine, karnımızı doyurana kadar geçen sürede herkes eski enerjisini topluyor, deli fişek gibi bahçeye tekrar fırlıyorduk.Yaz tatillerinde en çok anneannemlere gitmek hoşumuza giderdi. Hele teyzemler de gelmişlerse, ev tam bir curcuna olurdu. Dile kolay on iki çocuk, on iki büyük. Biz eve acıktık diye koşturunca anneannem bir gayret yemek yapmakla uğraşıyor olurdu, hiç birimize kızmaz hadi hemen elinizi yüzünüzü yıkayın gelin derdi. Yıkar gelirdik bir sıra dizilirdik, başlardık “hadi anneanne bize Adile Naşit taklidi yap”, “yok, olmaz, şimdi yemek yapıyorum, bak büyükbabanız kızar sonra, yemek nerde kaldı der, önce yemekleri yiyelim, ben sonra size odada yaparım söz” derdi. Ama çoğu zamanda bizim ısrarlarımıza dayanamaz başlardı Hababam sınıfının son sahnesindeki bale gösterisine. Üzerinde elbisesi, yemek pişirirken kullandığı önlüğü, başında tülbendi ile, güya ayak parmaklarının ucunda, ellerini havaya kaldırıp indirerek bize bale gösterisi yapardı. Hepimiz pür neşe içinde, “ne olur az daha yap, biraz daha, ne olur….” derdik.Anneannem 1.50 cm boyunda, ufak tefek, tombul bir kadındı. Sanırım boyu ve kilosu yüzünden onu Adile Naşit’e benzetirdik, onun da hoşuna giderdi. Aslında en çok onun neşesi , gülmesi, çocuklara olan düşkünlüğü ve hayat dolu olması benzetme nedenimizdi. Ne çocuklarını ne de torunlarını ömrü boyunca hiç kırmamış bir insandı. Nereye gitse hiç kimseyi unutmaz, herkese hediyeler getirirdi. Hatta bu hediye getirme huyu bizler evlenip çocuk çoluğa karışınca bile devam etti. Bu sefer çocukları, torunları ve torunlarının çocuklarına da, hiç kimseyi unutmadan. Herkesinki sadece kendisine özeldi, hiç biri öylesine alelade alınmış hediyeler değildi, özenle seçilmiş ve paketlenmiş şeylerdi.Bugün müzik kanallarını dolaşırken Sertab Erener’in “yeni bir aşk, yeni bir iş, yine gülecek bir neden lazım…” şarkısı çalıyordu, birden aklıma anneannem geldi, bayılırdı bu şarkıya. Bizde dalga geçerdik, “anneanne hayırdır, ne oluyor” diye. “Ne yapayım, çok hoşuma gidiyor bu şarkı” derdi. Bu arada Tarkan’ı da çok severdi, en favorisi oydu. İşte anneannemde bugün aklıma birden böyle geldi. Pamuk kadın…Hep genç ruhluydu, ömrünün çoğunu büyükbabamın, çocuklarının ve torunlarının peşinde koşturarak geçirmişti. Bayılırdı gençlerle sohbet etmeye, oturmaya, kaynatmaya. Herkesle konuşacak bir şeyler bulur, her ortama neşe katardı.En küçük teyzem benden dört yaş büyük, ablamdan ve büyük teyzemin kızlarından da üç dört yaş küçüktü. Bütün çocuklarını kendi istedikleri kişilerle görücü usulü ile evlendirmeye alışkın olan anneannemler, teyzem anlaşarak evlenmeye kalkınca önce epey bir olay oldu, ama teyzemin o kadar çok istediğini görünce dayanamadılar tabi, tamam dediler. Daha sonra torunlarda hep kendi istedikleri ile evlenmeye başlayınca bir gün dayanamadı, “ya bu aşk nasıl bir şey acaba? ben hiç aşık olmadım” dedi, sonra anneme dönüp, “sende olmadın di mi kızım, keşke bizde aşık olsaymışız, nasıl bir şey olduğunu biliyor olurduk şimdi”. İşte bu benim anneannem.
Onu kaybedeli iki yıl oldu. Ama ondan tüm çocuklarına ve torunları öyle bir miras kaldı ki, bu parayla alınacak bir şey değildi. Bu genç ruhtu, hayattan zevk almaktı, her kötü şeyden bile güzel bir şeyler bulup çıkarmaktı, çocuklarla arkadaş olmaktı, hangi yaşta olursan ol yaşlanmamaktı…Teşekkür ederim anneanne, iyi ki senin gibi tatlı, senin gibi pamuk bir kadın benim anneannem olmuş. Nur içinde yat…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder