8 Nisan 2009 Çarşamba

Yağmurlu Bir Gün....


Günler nasıl geçiyor hiç fark etmiyorum. Artık Pazartesi sendromlarım yok. Neredeyse ki beş yıldır öyle bir sorunum olmamıştı zaten. Eski işyerimde izin günlerim hafta içi herhangi bir gün olurdu, hafta sonları da çalıştığım için Pazartesileri bana hep hafta ortası gibi gelirdi.

Yeni işime başlayalı 1 ay oldu. Sanki memuriyete yeni başlamış biri gibiyim. Her şey değişik, her şeyi en baştan öğrenmem gerek. Ama bu sefer daha bilinçliyim, gençlik yıllarındaki gibi değil hiçbir şey, artık bende toy değilim. Öğrenmem ve yapmam gereken her şeyi en eski halinden alıp, gelişimini takip ederek son halini en iyi şekilde kavramaya çalışıyorum. Acelem hem var, hem yok. Var, çünkü bir an önce bende yaptığım iş ile katkı sağlamak istiyorum. Yok, çünkü hiçbir şeyi üstten öğrenmek istemiyorum, her şeyi önce içime sindirmeliyim, ezbere olmamalı hiç bir şey. Hem öğrenmek benim en büyük zevkim, tadını çıkarmalıyım.

Arkadaşlarla konuşuyoruz bazen, “Alıştın mı? Nasıl?” diyorlar. “Evet” diyorum, “Alıştım, çok iyi”. Bilmiyorlar ki, ben kendimi bu şekilde hazırladım. Her şeyi iyi tarafından görmeye çalışıyorum. Olaylara bu şekilde bakıldığında doğal olarak çevrende aynı rahatlığa giriyor, ya da ben öyle olması gerektiğine inanıyorum. Birkaç gün önce birden, sanki hep burada çalışmışım gibi geldi, bu çok hoşuma gitti, demek ki benimsemiş ve benimsenmişim dedim. Başka bir kurumdan gelmiş olmam onlar için bir sorun yaratmadı. Ben onlardan ne öğrenebilirim diye uğraşırken, onlarda bende bir şeyler öğrenmeye çalıştılar, belli bir yere koydular. Bunlar gerçektende çok güzel şeyler.

İşyerim evime çok yakın, yaklaşık 700–750 m uzaklıkta, yürüyerek gidip gelebiliyorum. Hatta öğle araları bile rahatlıkla eve gelip, çocuklarımı görebiliyorum. Bu arada bahaneyle yürüyüşte yapmış oluyorum. Yol boyunca ağaçlar ve çimenler var, çimenlerin arasından beyaz ve sarı papatyalar çıkmış. Hiçbir zaman vazgeçemediğim yeşile bakarak yürümek çok keyif verici.

Bu sabah evden çıktığımda, yağmur yağıyordu. Hemen eve girip şemsiyemi aldım. Oldum olası yağmurda yürümek hoşuma gitmiştir. Aklıma hemen bir gün önceki arkadaşlarla sohbetimiz geldi, “Ankara’da yağmur yağıyormuş” demişlerdi, “kesin yarında buraya yağar” demiştik. Şemsiyenin altında yağmurun tadını çıkararak işe giderken düşündüm, dün Ankara’da ki yağmur, bugün burada. Dün onları ıslatırken, bugün bizi ıslatıyor. Birden çok hoşuma gitti, gülümsedim. Yağmurdan ağaçların ve çimenlerin yeşili daha da güzelleşmiş parlamıştı. Toprağın kokusu mis gibi etrafı sarıyordu. Yağmur damlaları şemsiyeye düştükçe içim mutluluk doldu. Yolun bitmesini hiç istemedim…

Yağmurdan ayrılmayı hiç istemedim….

6 Nisan 2009 Pazartesi

Kuralsız Uçuş....




Kuş olsam,
Uçsam…
Kanatlarımı her çırptığımda
Biraz daha yukarı…
Biraz daha yukarı…..

Rüzgârın soğukluğu,
Yüzüme öyle bir çarpsa ki…
Aniden uyansam…

Güneşin, rüzgârın değmediği
Tek bir zerrem kalmadan….

Rüzgâr tüylerimin arasında dolaşsa…
Hafifletse…
Öfkemi, çaresizliklerimi…
Bıraksam rüzgâra…
Uçup gitse hepsi…
Güneş, tüylerimi parlatıp, ısıtınca…
Kendim olduğumu,
Yaşadığımı…
Yeniden hissetsem…

Yukarı çıktıkça daha hızlı…
Daha hızlı…

En tepede…
Gözlerimi açıp….
Daha önce göremediklerimi…
Yukarıdan,
En dıştan…
İçinde ben olmadan…
Görebilsem….

Kendimi boşluğa öylece bırakıp..
Süzülsem, upuzun…
Kocaman kanatlarımı açıp…
Kahkahalar atarak,
Dağların, ovaların, nehirlerin üzerinden….
Güneş ve rüzgârla dans ederek…
Neşeyle…
Umursuzca….
Sadece ben…
Uçabilsem….

Bu uçuş tamamen kuralsız olmalı….